Tarih ders notları, yks tarih ders notları, ayt tarih ders notları, tyt tarih ders notları, tarih özet, tarih 9 ders notları, tarih 10 ders notları, tarih 11 ders notları, inkılap tarihi ders notları, çağdaş Türk ve dünya tarihi ders notları, güncel tarih ders notları, özet konu anlatım, kısa tarih, yeni kitaba göre hazırlanmış ders notları, yeni müfredat tarih
KABİLEDEN DEVLETE
İmparatorluk
İlk Devletlerde Gücün Meşruiyet Kaynağı
İlk Siyasi Organizasyon Türleri
İlk Devletlerde Askerî, Sosyal ve Ekonomik Yaşam
KABİLEDEN DEVLETE
İlk tarım toplumlarında ekonomik ve sosyal organizasyonun temel birimi 10-50 aileden oluşan topluluklardı.
Bu yerleşimler, zamanla büyüyerek kabile konfederasyonlarını oluşturdu.
Kabile, aynı atadan gelen ve birbirine kan bağıyla bağlı bulunan büyük insan topluluğuna verilen isimdir. Bu dönemde kabile organizasyonları genelde sayıları binlerle ifade edilen topluluklardır.
Coğrafya veya iklimin hayat tarzlarını şekillendirmesiyle köyler ve kabile konfederasyonları zamanla şehir devletlerini oluşturmuştur.
İlk Çağ medeniyet alanlarına bakıldığında Mısır’da “nom”, Sümerlerde “site”, İyon ve Dorlarda “polis” adı verilen şehir devletleri kurulmuştur.
Antik medeniyetlerdeki kabileler veya şehir devletlerinin başlarında kral veya feodal yöneticiler vardır.
Bu yöneticiler merkezdeki büyük krala bağlıdır. Büyük kral güçlü ve dirayetli bir kişiyse merkezî bir devlet yapısı oluşmuş, güçsüzse kabileler merkezden bağımsız hareket edebilmiştir.
İlk Çağ’da bazı güçlü krallar kendi ülkeleri dışındaki yerleri ele geçirmiş, farklı milletleri yönetimi altına almış ve imparatorluklar kurduğu da olmuştur.
Köy
Kabile
Şehir devleti
Merkezi devlet
İmparatorluk
Topraklarında oturan çeşitli milletleri egemenliği altında toplayan devlet biçimi,
İçerisinde çeşitli unsurları (din, etnik köken, dil vb) barındıran devlet modeli,
Tarihsel olarak, kültürel, etnik, ekonomik ve toplumsal açıdan çeşitlilik arz eden farklı halkları bünyesinde toplayan büyük, politik ve bölgesel gövde olarak tanımlanabilir.
İlk Devletlerde Gücün Meşruiyet Kaynağı
İlk Çağ’ın başından itibaren siyasi oluşumların çoğu monarşi ile yönetilmiştir.
Krallar, yönetimdeki meşruluğunu yani güçlerini dinden almıştır.
Bu nedenle ilk devletlerde gücün meşruiyet kaynağı tanrısaldır.
Anadolu’da MÖ 1700’lerde kurulan Hititlerde kralların, gücünü tanrıdan aldığına inanılır ve emirleri tanrının emriymiş gibi görülürdü. Fakat krallar kendilerini tanrı olarak görmezlerdi.
Urartularda krallar yaptıkları işleri tanrıları “Haldi” adına
yaparlardı. Yani krallar tanrı değildi ama onun yerine hükmederlerdi.
İlk Çağ Yunan medeniyetinin temellerinin atıldığı Girit Adası’nda halk, soylular ve kral tarafından yönetilirdi. Yöneticilerin din adına söz sahibi olması yönüyle yönetimleri teokratikti.
İlk Çağ medeniyetlerinde gücün meşruiyet kaynağı olan dinin yanında yöneticilerde soy kavramı da önemliydi.
Asurlarda bir kral zorla başa geçse bile kendinden önceki krallarla bir akrabalık bağı kurma gayreti içinde olurdu.
Mezopotamya’da Sümerler, Babiller ve Asurlar ise dönem dönem siyasi güçlerini kaybetmiş fakat aradan birkaç yüzyıl geçtikten sonra yeniden kurulmuş ve güçlenmişlerdir.
Siyasi güçlerin yeniden kazanılma durumu Mezopotamya’da Ur, İssin, Babil, Kassit, Kalde gibi sülalelerin soy dayanışmasının bir sonucudur.
Monarşi: Siyasi gücün bir tek kişinin elinde bulunduğu ve yönetimin genellikle kan yoluyla aile bireylerine geçtiği yönetim biçimidir.
Sümerlerde site olarak bilinen şehir devletleri vardı.
Babil Devleti benzer bir yapıda olsa da iktidarı ele geçiren güçlü krallar merkezî otoriteyi daha da güçlendirmiştir.
Asurlular ise istilacı bir yapıya sahiptir.
Hititlerde kralın yanında Pankuş adında bir meclis vardır. Kral alacağı kararlarda bu meclise danışmıştır. Tavananna denilen kraliçe de yönetimde etkilidir.
Yunan medeniyetinin ortaya çıktığı coğrafya, dar bir sahil şeridine sahip olması ve yüksek dağlarla birbirinden ayrılması nedeniyle burada merkezî devletler kurulamamış, polis adı verilen şehir devletleri ortaya çıkmıştır. Atina ve Sparta gibi
KABİLEDEN DEVLETE
İmparatorluk
İlk Devletlerde Gücün Meşruiyet Kaynağı
İlk Siyasi Organizasyon Türleri
İlk Devletlerde Askerî, Sosyal ve Ekonomik Yaşam
KABİLEDEN DEVLETE
İlk tarım toplumlarında ekonomik ve sosyal organizasyonun temel birimi 10-50 aileden oluşan topluluklardı.
Bu yerleşimler, zamanla büyüyerek kabile konfederasyonlarını oluşturdu.
Kabile, aynı atadan gelen ve birbirine kan bağıyla bağlı bulunan büyük insan topluluğuna verilen isimdir. Bu dönemde kabile organizasyonları genelde sayıları binlerle ifade edilen topluluklardır.
Coğrafya veya iklimin hayat tarzlarını şekillendirmesiyle köyler ve kabile konfederasyonları zamanla şehir devletlerini oluşturmuştur.
İlk Çağ medeniyet alanlarına bakıldığında Mısır’da “nom”, Sümerlerde “site”, İyon ve Dorlarda “polis” adı verilen şehir devletleri kurulmuştur.
Antik medeniyetlerdeki kabileler veya şehir devletlerinin başlarında kral veya feodal yöneticiler vardır.
Bu yöneticiler merkezdeki büyük krala bağlıdır. Büyük kral güçlü ve dirayetli bir kişiyse merkezî bir devlet yapısı oluşmuş, güçsüzse kabileler merkezden bağımsız hareket edebilmiştir.
İlk Çağ’da bazı güçlü krallar kendi ülkeleri dışındaki yerleri ele geçirmiş, farklı milletleri yönetimi altına almış ve imparatorluklar kurduğu da olmuştur.
Köy
Kabile
Şehir devleti
Merkezi devlet
İmparatorluk
İmparatorluk
Topraklarında oturan çeşitli milletleri egemenliği altında toplayan devlet biçimi,
İçerisinde çeşitli unsurları (din, etnik köken, dil vb) barındıran devlet modeli,
Tarihsel olarak, kültürel, etnik, ekonomik ve toplumsal açıdan çeşitlilik arz eden farklı halkları bünyesinde toplayan büyük, politik ve bölgesel gövde olarak tanımlanabilir.
İlk Devletlerde Gücün Meşruiyet Kaynağı
İlk Çağ’ın başından itibaren siyasi oluşumların çoğu monarşi ile yönetilmiştir.
Krallar, yönetimdeki meşruluğunu yani güçlerini dinden almıştır.
Bu nedenle ilk devletlerde gücün meşruiyet kaynağı tanrısaldır.
Anadolu’da MÖ 1700’lerde kurulan Hititlerde kralların, gücünü tanrıdan aldığına inanılır ve emirleri tanrının emriymiş gibi görülürdü. Fakat krallar kendilerini tanrı olarak görmezlerdi.
Urartularda krallar yaptıkları işleri tanrıları “Haldi” adına
yaparlardı. Yani krallar tanrı değildi ama onun yerine hükmederlerdi.
İlk Çağ Yunan medeniyetinin temellerinin atıldığı Girit Adası’nda halk, soylular ve kral tarafından yönetilirdi. Yöneticilerin din adına söz sahibi olması yönüyle yönetimleri teokratikti.
İyonlar, genel olarak Yunan tanrılarına inanırlardı. Din adamları ve kâhinlerin, krallar üzerinde etkisi olsa da soyluların yani aristokrat sınıfın yönetimdeki etkisi daha büyüktü.
Mezopotamya uygarlıklarından Sümerlerde yönetici olan “Ensi”ler
yani rahip-krallar; en yüksek rahip, yargıç ve komutandı.
Her kentte Sümerlerin saygı duyduğu tanrılara adanmış “ziggurat” adı verilen tapınaklar inşa etmişlerdi. Bu tapınakları yöneten rahip sınıfı, kentin yöneticileri üzerinde etkiliydi.
Asur ve Babillerde kral, büyük tanrıların yeryüzündeki temsilcisi olup onlar adına ülkeyi yöneten rahip krallardı.
Ünlü Babil Kralı Hammurabi, bu anlayıştan farklı olarak kendisini adaletin kralı olarak ifade etmiştir.
Mısır Krallığı’nın ilk dönemlerinde krallar, tanrının
yeryüzündeki temsilcisidir.
Başlangıçta tanrı olarak görülmeyen firavunlar
ilerleyen dönemlerde tanrı olarak görülmeye başlanmıştır.
İnsan şeklinde tanrı sayılan firavunlar; toprakların, malların ve insanların sahibi olarak görülmüş ve tanrı-kral olarak kabul edilmiştir.
Makedonya Krallığı
Makedonya Krallığı, diğer Yunan şehir devletlerinde olduğu gibi aristokrasi ile yönetilirdi. Ancak Makedonya Kralı II. Philippos (Filip) Dönemi’nde bu durum değişmiş ve konsülün yetkileri sınırlandırılmıştır.
II. Philippos (Filip) den sonra tahta geçen (Büyük İskender) III. Alexander (Aleksandır), önce Anadolu’yu, sonra da Pers İmparatorluğu’nun topraklarını ele geçirip Hindistan’ın Pencap Havzası’na kadar ilerledi.
Bu dönemde Yunan kültürü ile Anadolu, Mısır, Pers ve diğer kültürler birbiriyle kaynaşmıştır. Bu sayede Doğu ve Batı kültürlerinin sentezi olan Helenizm adında yeni bir kültür ortaya çıkmıştır
Büyük İskender, doğunun gizemli dinlerinden etkilenmiş ve Mısır’da Amon-Ra rahipleri tarafından tanrı- kral ilan edilmiştir.
Yine Batı Anadolu’da Didim Apollon Tapınağı kâhini tarafından “Zeus’un oğlu” olarak adlandırılmıştır.
Böylece gücünü meşru hâle getiren Büyük İskender, Doğu kültürlerinden etkilenerek gücünün meşruiyet kaynağını tanrısallaştırmıştır.
Roma
MÖ VIII. yüzyılda bugünkü İtalya’da kurulan Roma İmparatorluğu’nda sırasıyla krallık, cumhuriyet ve imparatorluk dönemleri yaşanmıştır.
Krallık ve cumhuriyet dönemlerinde yönetim aristokratların elindedir. Kral, senatoya karşı sorumluydu.
Cumhuriyet döneminde ise senato, Helenizm kültürünün etkisiyle işlevini kısmen de olsa kaybetmişti.
Augustus (Agustus) Dönemi’nde yönetim saltanata dönüşmüş ve imparator; yönetimin başı, başkomutan, başyargıç ve başrahip konumuna gelmiştir.
Roma İmparatorluğu’nun siyasi yapılanmasında Büyük İskender İmparatorluğu’ndaki gibi “Dünya İmparatorluğu” fikri gelişmiştir.
İlk Devletlerde Gücün Meşruiyet Kaynağı
İlk Çağ medeniyetlerinde gücün meşruiyet kaynağı olan dinin yanında yöneticilerde soy kavramı da önemliydi.
Asurlarda bir kral zorla başa geçse bile kendinden önceki krallarla bir akrabalık bağı kurma gayreti içinde olurdu.
Mezopotamya’da Sümerler, Babiller ve Asurlar ise dönem dönem siyasi güçlerini kaybetmiş fakat aradan birkaç yüzyıl geçtikten sonra yeniden kurulmuş ve güçlenmişlerdir.
Siyasi güçlerin yeniden kazanılma durumu Mezopotamya’da Ur, İssin, Babil, Kassit, Kalde gibi sülalelerin soy dayanışmasının bir sonucudur.
Monarşi: Siyasi gücün bir tek kişinin elinde bulunduğu ve yönetimin genellikle kan yoluyla aile bireylerine geçtiği yönetim biçimidir.
Sümerlerde site olarak bilinen şehir devletleri vardı.
Babil Devleti benzer bir yapıda olsa da iktidarı ele geçiren güçlü krallar merkezî otoriteyi daha da güçlendirmiştir.
Asurlular ise istilacı bir yapıya sahiptir.
Hititlerde kralın yanında Pankuş adında bir meclis vardır. Kral alacağı kararlarda bu meclise danışmıştır. Tavananna denilen kraliçe de yönetimde etkilidir.
Yunan medeniyetinin ortaya çıktığı coğrafya, dar bir sahil şeridine sahip olması ve yüksek dağlarla birbirinden ayrılması nedeniyle burada merkezî devletler kurulamamış, polis adı verilen şehir devletleri ortaya çıkmıştır. Atina ve Sparta gibi
Yunanlılar
Yunan şehir devletlerinde kralın hak ve yetkileri meclisler tarafından kısıtlanmıştır.
Kralın yetkilerinin azalması, onu denetleyen meclislerin yetkilerinin artmasıyla krallık artık saltanat olmaktan çıkmış ve krallar belirli bir sınıf tarafından seçilmeye başlamıştır.
Böylece soylular, iktidarı ele geçirerek aristokratik yönetim anlayışını kabul ettirmiştir.
Aristokratlar arasından belli bir zümrenin, krallığı yönetme hakkının kendilerinde olduğunu iddia etmesi ve yöneticilerin sadece o gruptan seçilmesi oligarşi denilen yönetim anlayışını doğurmuştur.
Yunan kentlerindeki bu seçim, cumhuriyet ve demokrasi anlayışının ilk izleridir.
Yunan kentlerindeki seçimlerde sadece belli kişiler aday olabilmekte ve halkın tamamı değil sadece soylular oy kullanabilmektedir.
Daha sonraki dönemlerde Yunan medeniyeti içinde, soyluluğa dayalı ayrıcalıklı sınıf olan aristokratlara veya halka karşı zaman zaman güç kullanarak yönetimi ele geçiren kişiler olmuştur.
Bu kişilere tiran bunların yönetimine de tiranlık denmiştir.
Persler
Persler; İran, Anadolu, Mezopotamya, Mısır ve hatta Yunanistan’ın bazı bölgelerini içine alan büyük bir imparatorluk kurmuşlardı.
Bu kadar geniş toprakları yönetmek için de Satraplık denilen eyalet sistemini oluşturmuşlardı.
Bu sistemde ülke eyaletlere ayrılmış ve eyaletler Satrap adı verilen idareciler tarafından yönetilmişti.
Satraplar merkezden gönderilen memurlar tarafından denetlenmişti.
Bu sistem büyük İskender ve Roma tarafından örnek alınmıştır.
Ayrıca merkezî otoriteyi güçlendirmek ve eyaletler arasında iletişim kurmak amacıyla Persler, gelişmiş bir posta teşkilatı kurmuşlardı.
Roma
Roma’da kraldan sonra etkin bir danışma kurulu olan senatoya soylular girebilmişti.
Roma toplumu; patriciler, plepler ve köleler olmak üzere üç sınıfa ayrılmıştı.
Senatoda görev yapan soylu sınıfa patrici,
Roma’ya sonradan gelip yerleşenlere de plep adı verilirdi.
Köleler ise Roma’nın işgali altındaki ülkelerden getirilmiş, patricilerin evlerinde hizmetçilik ya da uşaklık yapan tarlalarda işçi olarak çalışan sınıftı.
İlk Devletlerde Askerî, Sosyal ve Ekonomik Yaşam
Mezopotamya
Medeniyetlerin ekonomik yaşam ve askerî yapılarında coğrafya belirleyici bir unsurdur. Mezopotamya’da ekonomik hayatın temeli tarımdı.
Sümerler, tapınaklarını depo olarak kullandılar. Bu ürünleri kayıt altına almak için kullanılan semboller sayesinde çivi yazısı icat edildi.
Medeniyetin gelişimi yazının bulunmasıyla hız kazandı.
Mezopotamya’da toplum; soylular, din adamları ve köleler gibi sınıflara ayrılmıştır. Halkın çoğunluğu tarım ve hayvancılıkla uğraşan çiftçilerdir.
Günümüz modern yaşamında hâlâ önemli olan ulaşım, mimarlık, madenlerin işlenmesi, çömlekçilik, dokumacılık, çiftçilik, kanal yapımı gibi pek çok medeniyet unsurunun temeli, Mezopotamya’da atılmıştır.
İlk Devletlerde Askerî, Sosyal ve Ekonomik Yaşam
Lidyalılar, Kral Yolu’nu kullanarak ticarette gelişmiş ve büyük bir refaha kavuşmuştur.
Friglerin temel geçim kaynağı ise tarım ve hayvancılıktır. Tarım, başta hukuk olmak üzere Frig toplumunda hayatın her alanını etkilemiştir. Dokumacılıkta da gelişen Friglerden günümüze kalan tekstil parçaları vardır.
İlk Çağ’da, Yunan coğrafyasında kurulan polisler, dağlık arazi nedeniyle yeterli hububatı üretememiştir.
Bazı şehirler bu sorunu çevre bölgelerin kolonizasyonu yoluyla çözmeye çalışmıştır.
Bu şehir devletleri gıda ihtiyaçlarını karşılarken ticari alanda da gelişme göstermiştir.
Ülkeleri dışında ele geçirilen toprakları kendilerine bağlayarak bazen de kendi vatandaşlarını o bölgeye yerleştirerek genellikle ticari faaliyetlerde kullanmak amacıyla oluşturulan idarelere koloni denir.
Bu kolonilerin devletin idaresinde aktif olarak kullanılmasına da kolonicilik denir.
Büyük İskender, ele geçirdiği topraklarda ya kendi adına şehirler kurmuş ya da var olan şehirleri yeniden düzenlemiştir. Bunların başında Mısır’daki İskenderiye gelmektedir.
Ayrıca Büyük İskender, Perslerin oluşturduğu yol ağlarını geliştirerek ticarete ve ulaşıma önem vermiştir.
Roma
Roma İmparatorluğu da kurulduğu coğrafya gereği deniz ticaretine ve kolonizasyon faaliyetlerine yönelmiştir.
İmparatorluğun yükselişinde, hâkimiyeti altına aldığı bölgelerde düzenli yol ağları kurmaları ve bu yolları güvenli hâle getirmeleri etkili olmuştur.
Romalı tüccarlar, Akdeniz ve Batı Avrupa’daki Roma topraklarında oluşan barış ortamından faydalanarak uzun mesafeli ticaret yapmıştır.
Mısır
Mısır’da Nil Nehri etrafında verimli ovaların oluşması, Mısır’ın temel geçim kaynağının tarım olmasını sağlamıştır.
Mezopotamya’da topraklar özel mülkiyet iken Mısır’da tüm topraklar firavunlara aitti ve toprakları kullananlar kiracı durumundaydı.
Bu durum Mezopotamya’da olduğu gibi bağımsız, zengin bir tüccar sınıfının doğmasını engellemiştir.
Nil’in sularının taşması sonucu tarlaların sınırları birbirine karışmış ve bu tarlaları ayırmak için Mısır’da geometri ilmî gelişmiştir.
Mısırlılar, yine bu taşkınların zamanını tespit etmek için güneş yılını hesaplamıştır.
Ölümden sonraki yaşama inandıkları için ölülerini mumyalamışlar böylelikle insan vücudunu tanımışlar, tıp ve eczacılık bilimlerinde gelişmişlerdir
Tanrı-kral anlayışına bağlı olarak firavunlar için piramit adı verilen anıt mezarlar yapılmıştır.
MÖ 1280’de Hititlerle Mısırlılar arasında yapılan
“Kadeş Barış Antlaşması” tarihte bilinen ilk yazılı antlaşmadır.
Not: Ünitenin devamına www.tarihkursu.com /ders notları bölümünden ulaşabilirsiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder